Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Atatürk'ün Ortadoğu politikası hayale ve hamasete değil, yalın gerçeklere ve ulusal çıkarlara dayalıydı. Atatürk, Cumhuriyet döneminde Türkiye'nin yönünü ileriye,çağdaş uygarlığın üstüne çıkmaya çevirmiş olmasına rağmen İslam dünyasıyla da iyi ilişkilerini sürdürmüştür. Atatürk, emperyalist batıyı “zulüm dünyası”, onun sömürdüğü doğuyu ise “mazlumlar dünyası” olarak adlandırıyordu. Afganistan, Hindistan,Irak, Suriye, Mısır gibi Müslümanülkeler “mazlum milletleri” oluşturuyordu. Bu ülkelerden hiçbiri o sırada tam bağımsız değildi. Özdil, "Türkiye'de neler oluyor, televizyonların eğlence programının akışı bile değişmiyor. Bu, artık bir ahlaksızlık. Bir duygudan toplumu koparmaya çalışıyorlar" dedi.
İngiliz donanmasının Gelibolu’ya dayandığı günlerde, yine gündem Ortadoğu’ydu. Talat Paşa Çanakkale’ye teftişe gelmişti (1915 Gelibolu/Çanakkale). Ama teftiş bir ziyaret gibiydi. Talat Paşa yine Ortadoğu’da yaklaşan İngiliz tehdidi için Yarbay Mustafa Kemal’e fikrini sorar. Mustafa Kemal’in cevabı ise kesin ve netti: - Suriye’ye, Irak’a bağımsızlık veriniz... Talat Paşa bu cevaba çok şaşırdı. Çünkü o tarihte Suriye ve Irak Osmanlı toprakları içerisindeydi. Bir ülkenin topraklarının bir bölümüne “Bağımsızlık veriniz”demek oldukça zordu. Talat Paşa konuşmayı şu sözlerle sonlandırdı: - Bunu başkasına söyleme. Seni asarlar! Aslında Mustafa Kemal haklıydı çünkü o sadece içerisinde bulunduğu yılı değil, yüz yıl sonrasını da görebiliyordu. Suriye ve Irak’a o tarihte bağımsızlık verilmezse bu bölgeler emperyalist devletlerin eline düşecekti.
OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==>YUZDEYUZHABERhttps://www.haberyuzdeyuz.com/ders-ortadogu-ogretmen-mustafa-kemal-ataturk-p2-aid,949.html?page=2
yuzdeyuzhaber
“Aynı emperyalist devletler aynı derecede şiddetle Türk'ün de, Arap'ın da, Irak'ın da, Anadolu'nun da, Suriye'nin de düşmanlarıdır. (…) Şu halde, Anadolu'nun, Irak'ın, Suriye'nin hayatı ve menfaatleri pek sıkı bir tarzda birleşmiş bulunuyor. Demek oluyor ki, Türklerle Iraklılar ve Suriyeliler arasında sıkı bir dostluk ve uyum siyaseti gerekir.” (Hâkimiyet-i Milliye, 26 Temmuz 1920)
16 yıldır Türkiye'yi yönetenler, bugünü öngöremediler. Mesela Türkiye açısından Irak'ın ve Suriye'nin toprak bütünlüğünün önemini kavrayamadılar. Sonuçta hükümetin “hamasete” dayalı Ortadoğu politikası iflas etti. Bölünmüş Irak ve parçalanmış Suriye, bugün Türkiye'nin başını ağrıtıyor. Buralardaki terör örgütlerinin faaliyetleri, nüfus hareketleri, emperyalist güçlerin nüfuz çatışmaları, Türkiye'yi doğrudan etkiliyor. Oysaki Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Atatürk'ün Ortadoğu politikası hayale ve hamasete değil, yalın gerçeklere ve ulusal çıkarlara dayalıydı. Bayat ezberlerin aksine Atatürk, hem Milli Mücadele'de hem de Cumhuriyet döneminde genelde tüm İslam dünyasıyla özelde ise Ortadoğu ülkeleriyle çok iyi ilişkiler kurdu.
Atatürk, 1938'de öldüğünde birçok İslam ülkesinde günlerce yas ilan edilmiş, Atatürk'ün anısına özel gazeteler ve dergiler hazırlanmıştı.
Atatürk, emperyalist Batı'yı “zulüm dünyası”, onun sömürdüğü Doğu'yu ise “mazlumlar dünyası” olarak adlandırıyordu. Afganistan, Hindistan (Müslümanlar), Irak, Suriye, Mısır, İran gibi Müslüman ülkeler “mazlum milletleri” oluşturuyordu. Bu Müslüman ülkelerden hiçbiri o sırada tam bağımsız değildi. Atatürk, 23 Temmuz 1919'da Erzurum Kongresi'ndeki nutkunda Hindistan, Afganistan, Mısır, Suriye, Irak ve Sovyet Rusya'nın emperyalizme karşı başkaldırdığını belirtti. 5 Ağustos 1920 tarihli Pozantı Kongresi'nde de ise açıkça emperyalizme karşı bir “mazlum milletler cephesi”nden söz etti. Atatürk, Milli Mücadele boyunca Afganistan, Hindistan, Mısır, Suriye, Irak vb Müslüman ülkelerdeki bağımsızlıkçı hareketlerle ilişkilerini güçlendirdi, onlara destek oldu. Afganistan'la ve Sovyet Rusya'yla antlaşmalar imzaladı. Bu ülkelerin elçilerini kabul etti, oralara elçiler gönderdi. Misak-ı Milli'de sadece Türkiye'nin bağımsızlığına yer vermedi, aynı zamanda Arap halklarının da kendi kaderlerini kendilerinin (oylarıyla) belirlemelerini istedi.
OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==>YUZDEYUZHABERhttps://www.haberyuzdeyuz.com/ders-ortadogu-ogretmen-mustafa-kemal-ataturk-p6-aid,949.html?page=6
yuzdeyuzhaber
Atatürk, 29 Kasım 1920'de Irak'taki Necef Arap Hükümeti'ne bir mektup yazarak iki Müslüman milletin, ortak düşman İngilizlere karşı birlikte hareket etmesini önerdi. İngiliz belgelerine göre, Irak'ta İngiliz karşıtı hareketleri körüklemek için 22 Haziran 1920'de özel bir komite kurup Arap liderlerine gönderdi. 9 Ekim 1919'da Suriye halkına yönelik bir beyanname yayımlayarak Suriyelileri işgalci emperyalistlere karşı mücadeleye çağırdı.
ATATÜRK – FAYSAL İLİŞKİSİ Atatürk, Milli Mücadele'nin başlarında, Suriye Müslümanlarının lideri Emir Faysal'la bazı görüşmeler yaptı. Emir Faysal, Atatürk'le işbirliği konusunu görüşmek için Binbaşı Bedi ve Sait Haydar beyleri gizlice Ankara'ya gönderdi. Atatürk, 9 Mayıs 1920'de TBMM gizli oturumundaki konuşmasında Emir Faysal'la bir antlaşma yapıldığını, ancak imzalanmadığını söyleyecekti. 24 Nisan 1920'de TBMM gizli oturumunda yaptığı konuşmada ise Emir Faysal'la ilişkilerini anlattı. Atatürk konuşmasında, Müslümanların dayanışmasına verdiği önemden ve I. Dünya Savaşı sırasındaki Arap ihanetinden söz etti. Arapların Osmanlı'dan ayrılırken İngilizlerin ve Fransızların “eteklerine sarıldıklarını”, fakat I. Dünya Savaşı sonrasında Irak'ta ve Suriye'de İngilizlerin ve Fransızların, Arapları aşağılayan yönetim biçimini gördükten sonra, “pek büyük bir hataya düştüklerini takdir ettiklerini” ve bir şekilde yeniden “Osmanlı camiası içinde bulunmak istediklerini” belirtti. Özellikle Suriye'deki Müslümanların bu amaçla gelip kendileriyle temas kurduklarını anlattı. O zor koşullarda, Türkiye-Suriye dayanışmasını artırmak için olsa gerek, Türkiye'nin ve Suriye'nin bağımsız olmaları halinde, “federatif veya konfederatif bir birleşmenin mümkün olabileceğini” söyledi. Ancak konuşmasının devamında, Suriye'nin Fransızları kovup bağımsız olma konusunda samimi olmadığını da belirtti. Daha sonra Suriyeli Müslümanlar gibi Iraklı Müslümanlarla da iyi ilişkiler kurduklarını ve onların da bağımsız olmalarını istediklerini söyledi.
ORTAK DÜŞMANA KARŞI BİRLEŞMEK Atatürk'ün bu konuşmasından üç ay kadar sonra, 26 Temmuz 1920 tarihli Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi'nde Türkiye, Irak ve Suriye'nin İngiliz ve Fransız emperyalizmine karşı ortak bir cephe oluşturmaları gerektiğini belirten şöyle bir yazı yayımlandı: “Türklerle Araplar, pek kuvvetli menfaatler zinciriyle birbirine bağlanmış din kardeşleridir. Aynı emperyalist devletler aynı derecede şiddetle Türk'ün de, Arap'ın da, Irak'ın da, Anadolu'nun da, Suriye'nin de düşmanlarıdır. Irak'ta İngilizler, bütün zulümleriyle Irak Araplarını ezmeye çalışıyor. Aynı zalim, Anadolu hakkında da aynı siyaseti takip ediyor. Fransızlar ise Suriye'de aynı siyasetin takibi için uğraşıyorlar. Şu halde, Anadolu'nun, Irak'ın, Suriye'nin hayatı ve menfaatleri pek sıkı bir tarzda birleşmiş bulunuyor. Demek oluyor ki, Türklerle Iraklılar ve Suriyeliler arasında sıkı bir dostluk ve uyum siyaseti gerekir. (…)
Biz pekiyi biliyoruz ki, Adana'dan düşmanın uzaklaştırılması ve bir daha oraya basmaması Suriye'nin yardımıyla mümkün olduğu gibi, Suriyeliler de takdir ediyorlar ki, Beyrut ve Şam'ın en sağlam savunmaları Adana'dadır…” Bu yazı, 98 yıl önce kaleme alındı. Peki 98 yıl sonra bugün ne değişti? 98 yıl önce olduğu gibi bugün de “Emperyalist devletler, Türk'ün de Arap'ın da Irak'ın da Anadolu'nun da Suriye'nin de düşmanı” değiller mi? 98 yıl önce olduğu gibi bugün de “Anadolu'nun, Irak'ın, Suriye'nin hayatı ve menfaatleri pek sıkı tarzda birleşmiş” değil mi? Bugün de “Türkler, Iraklılar ve Suriyeliler arasında sıkı bir dostluk ve uyum siyaseti” gerekmiyor mu? Maalesef, 98 yıl sonra bugün Türkiye'yi yönetenler, hâlâ bu gerçeklerin farkına varamadılar.
ATATÜRK CUMHURİYETİNİN ORTADOĞU POLİTİKASI Atatürk, Cumhuriyet döneminde Türkiye'nin yönünü çağdaş uygarlığa, Batı'ya çevirmiş olmasına rağmen İslam dünyasıyla da iyi ilişkilerini sürdürdü. Öncelikle Lozan'da İsmet Paşa, Misak-ı Milli'nin Araplarla ilgili hükmünü hatırlatarak Osmanlı'dan ayrılan ülkelere dayatılan manda rejimini tanımadığını açıkladı. Atatürk, Cumhuriyet döneminde Afganistan, İran, Irak, Suriye, Mısır gibi İslam ülkeleriyle antlaşmalara dayalı dostluklar kurdu. Siyasi ve ekonomik ilişkileri geliştirdi. 1926'da Ankara Antlaşması'yla Türkiye-Irak sınırının çizilmesiyle Türkiye-Irak ilişkileri iyice düzeldi.
1926'da Abdülaziz bin Suud, Hicaz Kralı olduğunda onu ilk kutlayan Türkiye oldu. 1928'de Afgan Hükümdarı Amanullah Han, Atatürk'ü ziyaret etti. Atatürk'ün devrimlerinden etkilenip Afganistan'da benzer yenilikler yaptı. Ancak muhalefetle karşılaşıp tahtını kaybetti, hatta ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. 1931'de “aynı evi paylaşan iki kardeş olduklarını” söyleyerek Atatürk'e hayranlığını ifade eden Irak Kralı Faysal Türkiye'yi ziyaret etti. 1934'te İran Şehinşahı Rıza Pehlevi Türkiye'ye geldi. O da Atatürk'ün devrimlerinden çok etilendi. İran'da benzer yenilikler yapmayı denedi. Türk-İran dostluğu sonunda Türk-İran sınırındaki sorunlar halledildi. Ekonomik ilişkiler geliştirildi. 1937'de de Ürdün Emiri Abdullah Atatürk'ü ziyaret etti. Atatürk Cumhuriyeti, Irak'ın ve Suriye'nin bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne büyük önem veriyordu. Türkiye'nin, Misak-ı Milli içinde gördüğü Musul ve Hatay dışında, bu ülkelerden toprak talebi yoktu.
Öyle ki Atatürk -üstelik Hatay meselesinin gündemde olduğu günlerde- 21 Aralık 1937'de Ankara'da, Suriye Başbakanı Cemil Mardam'la yaptığı görüşmede, Suriye'nin bağımsız olması için Suriye'ye askeri yardımda bulunabileceğini söyleyerek Fransa'ya meydan okudu. (Bkz. Atatürk'ün Bütün Eserleri, C.30, s. 120-122). Kısacası Atatürk, emperyalizme karşı hep Ortadoğu ülkelerinin yanında yer aldı.
BİR BARIŞ PAKTI: SADABAT 1937'de Atatürk'ün çabalarıyla Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı kuruldu. Böylece Alman tehdidine karşı 1934'te Balkan Antantı'yla Batı sınırlarını güvenceye alan Türkiye, İtalyan tehdidine karşı da 1937'de Sadabat Paktı'yla Güneydoğu sınırlarını güvenceye aldı. Türkiye diğer Arap devletlerinin de bu pakta katılmasını istiyordu. Sadabat Paktı görüşmeleri için Haziran 1937'de Bağdat'a giden Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras, Atatürk'ün dış politika ilkelerinin özünün “barış” olduğunu orada şöyle ifade etmişti:
OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==>YUZDEYUZHABERhttps://www.haberyuzdeyuz.com/ders-ortadogu-ogretmen-mustafa-kemal-ataturk-p14-aid,949.html?page=14
yuzdeyuzhaber
“Dünyanın bu bölgesinde biz kardeşliğe inanmış bulunuyoruz… Biz evrensel bir dostluk ve sevgi siyaseti güdüyoruz… Bizim için tek amaç barıştır. Barış bizim için araç değil hedeftir… Eğer savaştan iğreniyorsak bu herhalde ondan korktuğumuzdan değil, belki hiçbir sorunun savaş yoluyla halledilemeyeceğine inandığımızdandır… Biz barış davasının samimi ve sadık hizmetçisiyiz… Biz memleketlerimizin selamet ve menfaatini barışta buluyoruz… Biz güvenliğimizi başka devletler arasındaki anlaşmazlıklarda aramıyoruz.” (Aptülahat Akşin, Atatürk'ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, s. 199). Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranlar, başta komşuları olmak üzere -Yunanistan gibi eski düşmanları dahil- tüm dünyayla barış temelli ilişkiler kurdular. Demem o ki, Atatürk'ün aklından, stratejisinden, mücadelesinden alınacak çok dersler var.
OKU, YORUMLA ve PAYLAŞ ==>YUZDEYUZHABERhttps://www.haberyuzdeyuz.com/ders-ortadogu-ogretmen-mustafa-kemal-ataturk-p15-aid,949.html?page=15
yuzdeyuzhaber
Örneğin, Atatürk yedi düvelle mücadele ederken “topunuz gelin” demek yerine, bir taraftan düşman cephesini (İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan vb) zayıflatırken diğer taraftan düşmana karşı bir cephe (mazlum milletler cephesi) kurarak Milli Mücadele'yi kazanmıştı. Atatürk, Irak'ın ve Suriye'nin bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne önem vermişti. Atatürk'ün Ortadoğu politikasının ne kadar doğru olduğu bugün çok daha iyi anlaşılıyor. Keşke Türkiye'yi yöneten iktidar, o politikadan biraz ders alabilmiş olsaydı.