Sinan Ateş suikastında MHP irtibatına dikkat çeken Demirağ, Y. Çağ'daki yazısında özellikle MHP Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz ismine işaret etti. İşte Demirağ'ın o çarpıcı yazısı: Devlet Bahçeli'yi Genel Başkanlığa taşıyan ekipten şu anda kimse kalmadı. MHP'nin Gençlik kesimi olan Ülkü Ocakları kurultaylarda hep belirleyici olmuştur. Rakiplerini bu güç ile tasfiye eden Bahçeli, partisini iktidarın aparatı haline getirince Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı ve yöneticiliği yapan gençlik önderleri isyan etti. MHP'de imza toplayarak kurultaya taşımak isteyen Ülkü Ocakları Genel Başkanlarından Musavat Dervişoğlu ve Servet Avcı istifa etti. Dervişoğlu ve Hakan Ülser İYİ Parti kurucusu oldu. 9 yıl Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı, MHP Genel Başkan Yardımcılığı ve Milletvekilliği yapan Atila Kaya, referandumda hayır oyuna çağrı yapan Suat Başaran, Harun Öztürk, Azmi Karamahmutoğlu, Ulvi Batu gibi isimlerden Başaran iki kez, Kaya ve Harun derhal ihraç edildiler. Azmi Karamahmutoğlu ve Ulvi Batu için çok önce "Üyeliklerini yenilemediği" gerekçesi ile ihraçlarına gerek kalmadı. Ülkü Ocakları Genel Başkanlığını 8 yıl yapan Alaattin Aldemir zaten CHP'ye katılmıştı. Geride sadece merhum Sinan Ateş kalmıştı. O da MHP'nin resmî üyesi olmadığı için ihraç söz konu olmamıştı. Ateş'ten önceki Olcay Kılavuz MHP'nin Mersin milletvekiliydi ve gençlik teşkilatından elini çekmiyordu. SİNAN ATEŞ NEDEN İSTİFA ETTİRİLDİ Sinan Ateş'in istifaya zorlanmasının sebeplerini de özetleyelim. Ateş'in, D. Bahçeli'nin kalp kapağı ameliyatı sırasında kendisine yöneltilen: "Bahçeli hastaneden çıkamazsa ne olur?" sorusuna: "Başbuğ Türkeş öldü. Yerine Bahçeli seçildi. Emri hak vaki olursa yerine başka bir ülkücü seçilir. Unutmayın ki Fatih, İstanbul'u fethettiğinde 21 yaşındaydı" sözlerinin üzerine zam yapılıp Bahçeli'ye iletildi. Rüyasında bile MHP Genel Başkanlığını görenlere tahammül edemeyen Bahçeli çok öfkelendi. Ateş'e bazı milletvekilleri ve parti yöneticileri yurdun çeşitli yerlerinde görevli Ülkü Ocağı başkanlarının görevden alınmasını, yerine şu ismin getirilmesini talep ettiler. Ateş uygun lisan ile bu ricaları yerine getirmediği için şikayetçileri arttı. Ardından Fesli Kadir ve Yavuz Bahadıroğlu ile ilgili zehir zemberek tavrı AKP'nin kurmaylarından Bahadıroğlu'nun oğlu Mücahit Birinci'nin "Cumhur İttifakı'na zarar veriyor" açıklaması bardağı taşırdı. Görev süresi boyunca on binlerce nutuk dağıtan, Atatürk ve Türk tarihi konusunda ortaokul ve liseli gençlere ücretsiz kitap dağıtan Sinan Ateş'e bir de "Fetöcü" yaftası yapıştırılıp, "Teşkilatlara sokulmayacak" mesajları yayınlandı. Tehditler, hakaretler suikasttan sonra sosyal medyadan sinsice silindi. Tüm muhalifler tasfiye edilip dikensiz gül bahçesi haline dönüşen MHP'de tek endişe sağlık sorunları olan Devlet Bahçeli'nin ölümünden sonraki yapılanma oldu. Kulislerde bir dönem konuşma metinlerini yazan İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı İzzet Ulvi Yönter'in "Prens" olarak hazırlandığı iddiaları yayıldı. Uzun yıllar Genel Sekreterlik yapan İsmet Büyükataman bu söylentilere anında olumsuz düşüncelerini açıkladı. Teşkilat Başkanlığı, Parti Sözcülüğü gibi görevler yüklenen Semih Yalçın'ın kendisine göre yapılanma ile Olcay Kılavuz ve Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yıldırım ile ittifak kurduğu iddia ediliyor. SİNAN ATEŞ'İN KARİZMASI ÇİZİLMELİYDİ MHP'de gençlik kesiminin kongre ve kurultaylarda belirleyici olduğunun altını çizmiştik. İzzet Ulvi Yönter için yapılan anketlerde esamisi okunmadığı ortaya çıktı. Bu ölçümün sürpriz sonucu Sinan Ateş idi. Bahçeli gibi akademisyen, Türkçü, dini hassasiyetleri, Atatürkçü tavrı ile "Bahçeli sonrası alternatif" kişiliği bu iş için avuçlarını ovuşturanların canını sıktı. Sinan Ateş ihraç edilmediğine göre karizması çizilmeliydi. O'nu davet eden, çeşitli illerde gezdiren, tanıtanlara saldırıldı. Arabaları silahla tarandı. Demir çubuklarla dövüldü. Fakat yükselişi engellenemiyordu. Yakın takibe alındı... İddialara göre 4 önemli isim sık sık bir araya gelip "Bertaraf etme planı" hazırladılar. AnkaraÇubuk ilçesinden maceraperest bir tetikçi adayı bulup, eğitimden geçirdiler. Takip ve provalarda korktuğunu, bu işi beceremeyeceğini anladıkları için işi profesyonellere havale etmeye karar verip, İstanbul'daki uzantılarına haber gönderdiler. Sonuçta paranın açamayacağı kilit yoktur. Cinayet, gasp, uyuşturucu suçlarına bulaşmış, kaybedeceği bir şeyi olmayan çete üyelerinin avukatlığını yapanlar, cezası kesilmiş, firari sanıklarla irtibat kurup, tıpkı FETÖ metodu ile "Gizli tanık" formülü gibi "Korumalı tetikçi" buldular... Yurt dışına kaçmış cinayet konusunda profesyonel tetikçileri Gürcistan üzerinden İstanbul'a getirdiler. Ceza indirimi, yeni kimlik ve yakalanmama garantisi yanında bizlerin aklına gelmeyen astronomik rakamlarla suikast konusunda anlaştılar. Kriminaller uyuşturucu ve diğer ihtiyaçları için avans istediler. Bir yöneticinin eşi hesabından harçlık niyetine üç defada toplam 97 bin TL hesaplarına yatırıldı. Tetikçilerin çete reislerine dolar cinsinden avansları ödendi. Sonuçta cinayetten aranan tetikçilerin güvenli bir şekilde infaz için Ankara'ya getirilmesi gerekiyordu. Başkentte kafeterya zinciri ve çeşitli şirketleri olan ve ismi tüm kesimlerce bilinen birinin Gölbaşı'ndaki çiftliğine gelip, irtibatlı kişiye teslim edildiler. İki gün boyunca atış talimi yaptılar. Olayda kullanılan motosiklet ve silahları ise bir başka yönetici tarafından temin edilip "Operasyonun" lojistik konuları da çözülmüş oldu... SİNAN ATEŞ OLAYI İLE SUSURLUK VAKASI... Bizim gazetecilik terminolojisinde "Şeytanın avukatlığını yapmak", "Birilerinin kulağına kar suyu kaçırmak" gibi kimilerine göre eski deyimler vardır... Bir de dedektif mantığı ile "Bu işten kim kârlı çıktı?" sorusu... Sinan Ateş siyasi suikastını öğrendiğim andan itibaren bu sorularla beraber, "Devletin iki özel harekat polisi"nin olaya dahil edilip tutuklanması ile beynime paslı çiviler çakılıyor. Bazı meslektaşlarımız ünlü "Susurluk Vakası"nı örnek veriyor. O dönem "Milletvekiliemniyet müdürü ve aranan şahıs Çatlı"yı hatırlatıyor... Oysa söz konusu köprünün altından çok sular aktı. Susurluk olayı olduğunda "Teknoloji" bugün "Roma'daki savaş arabaları" niteliğindeydi. Güvenlik kamera kayıtları, HTS kayıtları, telefon baz istasyonları sinyalleri gibi "Siber suçlar" neredeyse çaresizdi. Dahası bilinse bile karartma için koşullar dijital alemde mevcuttu! Son Ankara göbeğinde işlenen siyasi cinayetin aslında tüm aparatları ortada. Dahası geçmiş 56 yılda aynı kuruluşun tutum ve davranışları da biliniyor. Kimsenin kimseye "Kanıt sunmak" lüksü de yok... Ardına iktidarın hukuksuzluğuna dayayan "Adeta bir çete haline dönüşen örgüt" neredeyse "Ali kıran baş kesen" ilan etmiş kendini. Gidiyor, 2004 yılında İstanbul Sultanahmet'te gazetemizin yazarı İsrafil Kumbasar'ı adeta infaz ediyor!. Yetmiyor, yüzsüzlük ve üste çıkmanın psikolojisi "Bindirilmiş kıtalar" ile gazetemizin önünde gösteri bile yapıyor. Yöneticilerimizin arabaları kurşunlanıyor. Yetmiyor, gazetemizin binası basılıyor minibüslerle getirilen "Mankurtlar" ile... Lakin Emniyet, kamera görüntülerine rağmen kimseyi teşhis edemiyor! Yol oluyor bir bakıma. Evinin önünde, iş yerinde, ofisinin kapısında, 7080 yaşındaki kişilere pervasızca saldırılar, vakıf toplantılarında resmî görevlilerce gerçekleşiyor ama bir tutuklu yok. Kayseri'de yerel televizyon canlı yayında basılıp, bir siyasi partiden istifa eden yönetici neredeyse linç ediliyor!.. Ama "Anayasaya göre devletin can ve mal güvenliğinden sorumlu İçişleri Bakanlığı'ndan" ses çıkmıyor. Antalya'dan gelen 7 kişi Manavgat'ı basıp 810 kişiyi kurşunluyor. Aralarında geçmiş dönemdeki yönetici, mermi isabeti sonucu sakatlanıp "Uzman Çavuş"luktan ihraç ediliyor... Mersin olayı malumunuz. Iğdır, Kocaeli, Kuşadası, İstanbul'da ve çeşitli illerde gazeteci ve televizyoncu ve farklı partilerin yöneticilerine yapılan saldırılar adeta ödüllendiriliyor. Oh ne ala... Kilis'te ömrünü bu harekete vakfeden kişinin aracına çapraz ateş edenler de aynı camiadan, ancak soruşturma dosyası tozlandı. Benzeri belki de 300'e yakın şikâyet ile toplumun tanık olduğu "Teşkilat adına cezalandırma yöntemi"ne karşılık polis de adliye de suskun. Kimse kusura bakmasın: "Karşılıksız sevgi" sanıldığı gibi platonik bile değildir. Rüyalara evrilir... Rüyalarında dahi göremeyecekleri "Mevkimakam ve para"ları görenlerin kıbleleri şaştığı gibi, söz konusu makamları ellerinde muhafaza edip, "Daha fazla, daha fazla"ya ulaşabilmek için bırakınız "Töre"yi, "Hukuk"u ayaklar altına alıp sonu siyasi cinayete varan eylemlerin arkasındakileri daha fazla korumak "Misyonun tamamlandığı anlamını" taşır ki gidişat bunu göstermektedir. Bu gidişatı 1997'nin Mayıs ayı sonundan itibaren görüp, tarihe "Tıpkı İttihat ve Terakki gibi bu hareketin tarihin karanlığına gömülme gayretlerini hissediyorum! Umarım yanılırım" sözlerim kayıtlarda. Arşivlere girdi. Birileri üzerine aldıkları görevi yerine getirmek için sabırla, ilmeklemiş olabilir... "Kusursuz cinayet olmaz!"
yuzdeyuzhaber